Hakkımda

Fotoğrafım
Türkiye
Unutmamak adına bir AKIL DEFTERİ.

11 Ağustos 2012 Cumartesi

Büyülü Gerçeklik Balkanlar'da

Bize pek de uzak olmayan Balkan coğrafyasına ait iki kitap okudum son zamanlarda. İlki, yüz yıla yakın Bulgaristan tarihiyle paralel ilerleyen Solo, diğeri ise yeni dağılmış bir coğrafyada, her ne kadar isim verilmese de Yugoslavya'dan ayrılan bir ülkede geçen Kaplanın Karısı.


İki bölümden oluşan Solo'nun ilk bölümünde yaşlı bir Bulgar'ın - Ulrich'in - gözünden Bulgaristan'ın dört farklı dönemini anlatıyor. Kör ve yalnız yaşayan ve artık yolun sonuna gelmiş Ulrich, geçmişini anlatırken hem kendi tarihini hem de ulusunun tarihini hatırlar. Bulgaristan'ın tarihsel değişimi ile birlikte (Osmanlı yönetimi, krallık dönemi Bulgaristan ve ardından sırayla gelen komunist ve kapitalist dönemler) Ulrich, bu geçişler sırasındaki acıları ve sancıları tekrar yaşar.

Kitabın ikinci bölümünde Bulgaristan'dan Boris karakteri ile yine tanıdık bir coğrafyadan, Gürcistan'dan Khatuna ve Irakli kardeşler hikayeye dahil oluyor. Sovyetler'in dağılmasından sonra, özelde Gürcistan'da genelde ise bütün Sovyet coğrafyasında yaşananları anlatan sayfalardan sonra hiç birimizin yabancısı olmadığı pop starlık durumuna kadar ilerleyen hikaye sonunda yine kahramanımız Ulrich'e ulaşarak kendini tamamlıyor.

Rana Dasgupta, Hint asıllı olmasına rağmen titiz bir çalışma ile hikayesini oluşturduğunu her satırda belli ediyor. Yazarın ilk kitabı olan ve merakla beklediğim Tokyo Cancelled ise geçen yıldan beri Metis'in mutfağından çıkmayı bekliyor. (Şimdi yeniden bakınca gördüm Metis sitesinden 'Mutfak' bölümünü kaldırmış. Her ne kadar son zamanlarda güncellemeselerde çıkacak kitapları haber veren birkaç yayınevinden biriydi.)



Bulgaristan'dan sonra yine Balkanlar'dan adı verilmese de yeni parçalanan Yugoslavya'dan ayrılan ülkelerden birinde geçen Kaplanın Karısı, şu ana kadar çevremdekilerin ve blogların yorumlarına, Goodreads listelerinin verilerine bakılacak olursa okuyucunun ya çok sevdiği ya da sıkılarak okuduğu bir kitap.

Doktorluk yapan Natalia, savaş sonrası çocuklara yardım amacıyla giderken yolda anneannesinden dedesinin öldüğüne dair telefon alması ile başlayan hikaye, birkaç farklı koldan akarak devam ediyor: Dedesinin eşyalarını almak için yola çıkan Natalia'nın hem yolda hem de kaldıkları kasabada yaşadıkları hikayenin bugünkü damarını oluştururken, dört yaşından itibaren cebinde Kipling'in Ormanın Çocuğu kitabını düşürmeyen dedesiyle yaşadıkları hikayenin geçmiş kısmını oluşturuyor. Fakat bunların yanında dedesinin anlattığı hikayeler de - Ölmez Adam ve Kaplanın Karısı - roman eklemleniyor. Bu hikayeler birbirinin önüne geçmeden kitabın sonuna kadar akıp gidiyor.

Birçok şey paylaştığı dedesinin ölümü ile geçmişi hatırlayan Natalia'yla beraber savaşın acılarını, yeniden çizilen sınırları, daha dün beraber yaşarken ortaya çıkan etnik ayrılıkları, bunların yanında ise mistik hikayeleri, bölge halkının batıl inançlarını ve hiç de sözlü anlatı kültürümüze yabancı olmayan efsaneler.

Kaplanın Karısı'nı okurken kulağa tanıdık gelen Balkan mitlerinin yanında daha önce okuduğum bazı kitapları da hatırladım. Örneğin bölgedeki etnik çatışmalar aklıma İvo Andriç'in Drina Köprüsü'nü getiriken, Natalia'nın dedesinin hikayesinin peşinden gitmesi Jonathan Safran Foer'in Herşey Aydınlandı'sını sık sık aklıma getirdi.

Son olarak okurken büyük bir zevk aldığım bu kitabın yazarının  25 yaşında olmasına inanamadım. Téa Obreht'in aynı zamanda ilk kitabı olan Kaplanın Karısı'nı okurken sanki usta bir yazardan satırları okuyormuşum hissine kapıldım.

"Yerinden doğruldu, sandalyesini geri çekerek dizlerini ovuşturdu. "Yetişkinler öldükleri zaman, korku içinde ölürler," dedi. "Senden ihtiyaçları olan her şeyi alırlar; bir doktor olarak onlara bunu vermek, ellerini tutmak, onları rahatlatmak senin görevindir. Ama çocuklar hep yaşaya geldikleri gibi ölürler... Umut içinde. Neler olduğundan haberleri yoktur, bu yüzden de hiçbir şey beklemezler, ellerini tutmanı istemezler. Ama sen, onların senin ellerini tutmalarına ihtiyaç duyarsın. Çocuklaysan eğer kendi başınasındır. Anlıyor musun?"


9 Ağustos 2012 Perşembe

Anubis Kapıları - Gizemli Denizlerde

Bilimkurgu ve fantastik edebiyatın önemli isimlerinden biri olan 1952 doğumlu Tim Powers, yazdığı Declare kitabı ile World Fantasy Award, Anubis Kapıları ile de P. K. Dick ödüllerini almış. Okuduğum iki kitabından sonra rahatlıkla şunu söyleyebilirim ki, büyüleyici bir hayal gücüne ve sağlam bir üsluba sahip.


Anubis Kapıları, birden fazla hikayenin iç içe geçtiği, tarihsel öğelerle kurgunun harika bir şekilde kurgulandığı  bir kitap. Powers, zaman yolculuğu ekseninde hikayesini kurarken, Mısır mitolojisine ait unsurları alıp 1800'lü yıllar İngiltere'siyle bir araya getiriyor. Kitabımızın baş kahramanı Brendan Doyle, beyni yıkanmış Lord Byron, yüzyıllardır yaşayan Mısırlı büyücüler, bedenden bedene geçerek yaşayan bir kurtadam, şekilsiz bir palyaço ve daha bir çok tuhaf ama ilginç karakter sağlam bir kurgu ile bir araya geliyor ve sonuna kadar merak duygusunu kaybettirmiyor.


Karayip Korsanları'nın ilham kaynağı olan ve dördüncü filmine de ismini ve konusunu veren Gizemli Denizlerde, korsanlar arasında geçen fantastik bir macera. Korsanlar, deniz savaşları, voodoo ayinleri arasında insanlara ölümsüzlük veren gençlik pınarını bulma mücadelesini, kahramanımız Jack Shandy merkezli anlatan kitap - bir çok edebi uyarlamada olduğu gibi - kesinlikle filminden daha iyi.  

Anubis Kapıları, 2001 yılında İthaki Yayınları'ndan çıkmış, maalesef şu an tükenmiş. Eğer bulabilirseniz okuyun, kesinlikle pişman olmayacaksınız. Gizemli Denizlerde ise Gerekli Şeyler Yayıncılık etiketiyle 2011 yılında yayınlanmış. 

Umarım bir gün yazarın diğer kitaplarını da okuma fırsatı bulabiliriz.

3 Ağustos 2012 Cuma

Franklin Flyer



“İhtimal ve imkan dahilinde olmayan şeylerin gerçekleşmeyeceğine inansaydık bu ömür nasıl geçerdi? Hayat katlanılmaz olurdu.”

Nicholas Christopher, harika bir hayal gücüne sahip. Yazdığı konularla ilgili ayrıntılı bilgileri sıkmadan, masal tadında anlatıyor ki; yazarın daha önce okuduğum Yıldızlara Yolculuk ve Veronica kitaplarının verdiği tat hala  damağımda.

Frankin Flyer, 1929 Büyük Buhran ile başlayıp II. Dünya Savaşı'na uzanan, Christopher'ın bir diğer masalı. Bir mucit ve maceraperest olan Flyer ile birlikte, 1929'dan başlayıp 1942'ye kadar yıl yıl tarihsel bir yolculuğa çıkılıyor. Bu yolculukta harika bir üslupla yazılan zengin bir hikayenin yanı sıra, satır aralarında ABD tarihi de okunmuş oluyor. Gerçek ve kurgu bir arada. Naziler, zilyum, Rita Hayworth, icatlar ve aşık olunası kadınlar...  

Bu yaz bitmeden bir Nicholas Christopher kitabı okuyun bence.


25 Temmuz 2011 Pazartesi

Yeni Okumalar II

Yıldızlara Yolculuk:


"'Aslında hiçbir şey gerçeküstü değildir,' dedi, 'Yalnızca henüz düşlenmemiştir.(...)"

Nicholas Christopher, geçen yıldan beri okuma istediğim bir yazardı. Sonunda Yıldızlara Yolculuk ile başlayayım dedim. İyi ki de başlamışım. Bu yılı okuduğum en iyi kitaplardan biriydi. Loren ve Alma'nın birbirlerini kaybetme ve bulma hikayesini okurken kendimi bu kadar kitaba kaptıracağımı tahmin etmemiştim. Bir pazar sabahı başladığım kitabı, gün içinde her türlü fırsatı yaratarak bitirene kadar bırakmadım. Hem yazarın hayal gücü hem de hem de yaptığı uzun araştırmalar hayranlık vericiydi: Yıldızlar, örümcekler, botanik, mitoloji, mimari, savaş, aşk... Kitap bittikten sonra, yazarın diğer kitapları Franklin Flyer ve Veronica'yı bir yandan deli gibi okumak isterken bir yandan da okumaya kıyamıyorum. 

Tsili - Bir Hayat:


Aharon Appelfeld ismini Badenheim 1939 ile duymuştum, kitabı alırken Tsili gözüme ilişince onuda alıverdim. Küçük bir çocukken babası toplama kampına götürülen yazar, üç yılını ormanda saklanarak geçirmiş. Tsili de, küçük bir kızın Almanlar geldikten sonra ailesinin kendisini geride bırakarak kaçmasıyla, ormanda saklanarak geçen yaşamını anlatıyor. Tsili'nin ormanda ve çevre köylerde savrularak geçen yaşamını okurken rahatsız olmamak elde değil. Fakat esas benim için en rahatsız edici kısmı Tsili'nin savaştan önceki  yaşamı: Silik, görünmez, fark edilmez bir çocukluk.  Savaş sırasındaki savruluşları ise sık sık Boyalı Kuş'u hatırlatıyor, tabi Tsili, o kadar keskin değil. Yalın, gerçekleri/olanı olduğu gibi yansıtan satırlardı belki de kitabı bu kadar etkileyici yapan. 

Tanrı Olmak İsteyen Otobüs Şoförü:


Etgar Keret ismini ilk duyduğumda Siren Yayınları etiketine güvenerek almıştım. Kitabı almama rağmen sekiz aya yakın bir süre rafta bekledi. Tanrı Olmak İsteyen Otobüs Şoförü'nü okurken yüzümde gülümseme hiç eksilmedi. Hatta en son okuduğu kitabı bile hatırlamayan iş arkadaşlarımın bile ilgisini çekti benim kitabı okurken ki sırıtışlarım, tabi yine de kitabı okursanız vereyim teklifime hiç biri yanaşmadı... Kara mizahın elle tutulur kanıtı kitap. Kısa, sıkmayan, bir solukta okunan yer yer fantastik öyküler. Hatta bazı öyküleri okurken, sık sık bu fikirden bir roman çıkar dememe rağmen, öyküler tadımlık gibi kısa fakat tadı damakta kalıyor.

1602:


Marvel kahramanları Ortaçağ'da nasıl yaşarlardı? Kulağa hoş gelen bu düşüncenin yanına bir de bu hikayeyi Neil Gaiman yazacaksa... Hem proje hem de Gaiman ismi bir arada olunca 1602 için beklentilerim yüksekti. Ortaçağ atmosferi içinde Fantastik Dörtlü, X-Man, Örümcek Adam, Thor, Hulk ve diğerleri... Dediğim gibi beklentilerim yüksek ve heyecanla okumaya başladım, klasik bir iyi ile kötü mücadelesinin yanında, Ortaçağ'da mutantların cadı soylu kabul edilerek engizisyonun peşlerine düşmesi beklenen bir senaryoydu. Fakat sayfalar ilerledikçe bazı noktalar rahatsız edici gelmeye başladı. Öncelikle kahraman kadrosu fazla olunca karakterler bazen sığ kalmaya başlıyor, bazı kahramanların olaya girmesi ise zorlama oluyor. Hele hikaye zamanda yolculuk gibi bir noktaya bağlanınca hayal kırıklığım daha da arttı. Ne kadar beğenmediğim, kötü bir senaryo olsa da; albümün hem çizimleri çok iyi hem de Gerekli Şeyler'in baskısı kaliteli.