Hakkımda

Fotoğrafım
Türkiye
Unutmamak adına bir AKIL DEFTERİ.

30 Mart 2011 Çarşamba

Büyük Balık


"Bir adamın anlattığı hikayelerin hatırlanması o adamı ölümsüz kılar..."

Masallara ayrı bir ilgim vardır. Kitaplığımın hatırı sayılır bir kısmını masallar ve masal araştırmaları oluşturmaktadır. Masal-filmlere de bayılırım, dolayısıyla sinema da en güzel masalları anlatan Tim Burton, benim için ayrı bir yerdedir. Burton'ın masalsı filmi Big Fish'in uyarlandığı, Daniel Wallace'ın hayran olunacak hayal gücünün ürünü 'Büyük Balık - Efsanevi Ölçülerde Bir Roman' gecikmeli de olsa nihayet bu yılın başında YKY etiketiyle raflardaki yerini aldı. Tabi hızla benim masamda da kendisine bir yer buldu.

Kitap, ölüm döşeğindeki Edward Bloom'un oğlunun babasının hayatı üzerine anlatılardan oluşuyor. Efsane ve masalın içiçe geçtiği bir yaşamın üzerinden oğlunun anlatısıyla tekrar gözlerimizin önünden akıyor. Edward Bloom, daha doğumunda farklı ve olağanüstü olduğunu belli eder. Fantastiğin içinde bir yaşamdır yaşadığı. Hayvanlarla konuşur, bir devi ehlileştirir, çok hızlı koşar, bir kaç haftada binlerce kitap okur... Kitabın bu ilk kısımlarını okurken sanki bir masalın içinde yolculuk ettiğiniz hissi yakanızı bırakmıyor. Fakat sayfalar ilerledikçe efsane ve masalların içinden sıyrılan bir insan olarak Bloom karşımıza çıkıyor.

Kitabın. "Babamın Ölümü" kısımlarını okurken bu kez bilindik fakat farklı anlatılan bir 'babalar ve oğullar' hikayesiyle karşılaşıyoruz. Bu kısımlar aynı zamanda baba ile oğlun (daha çok oğlun) hesaplaşması. Küçükken efsanevi, güçlü, ulaşılmaz olan babanın zaman geçtikçe, çocuk büyüdükçe nasıl etkisini yitirdiği, gerçekliğinin sorgulandığı bir figür haline geliyor. Çocuk büyüdükçe, baba küçülmektedir; fakat çocuk ne kadar büyürse büyüsün babanın gözünde hep küçük kalmaktadır: 'Karşılık vermiyor, çünkü ölmek üzere olmasına rağmen hala benim babam ve kendisiyle çocuk gibi konuşulmasından hoşlanmıyor. Geçtiğimiz bu son sene içinde yerlerimizi değiştirdik: Ben babaya dönüştüm, o da bu aşırı koşullar altında davranışlarından memnun olduğum hasta oğula' (Syf. 66)


Kitabı bitirdikten sonra açıp Big Fish'i tekrar izledim. Fakat ne kadar güzel bir film olsa da; sadece bu filme has olmayan, bir kitabın uyarlamasını izledikten sonra yakanızı bırakmayan bir eksiklik duygusu yine kendisini hissettirdi. Filmde baba ile oğul arasındaki iletişimsizlik ve çatışma daha keskin bir şekilde anlatılıyor. Kitap bittiğinde masalsı havasını korurken, film bittiğinde masalla gerçek içiçe geçiyor; hangisi gerçek hangisi masal sorusunun cevabı izleyicinin seçimine kalıyor.

Son olarak, kitabı okurken de filmi izlerken de; aslında fantastik bir hikayeden öte bir baba ile oğul hikayesi okuduğunu anlıyorsun ve kadar uzak olursa olsun, babanın ölümünün beklenmezliği vuruyor. Sarsıcı ve fark ettirmeden geliyor, bir de bakıyorsunuz ki yaş gözlerinizden akıvermiş. İşte bu duygular içinde kitabın kapağını kapatınca aklıma Cemal Süreya'nın 'Sizin Hiç Babanız Öldü mü?' şiiri geldi:

"Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum
Yıkadılar aldılar götürdüler
Babamdan ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç hamama gittiniz mi?
Ben gittim lambanın biri söndü
Gözümün biri söndü kör oldum
Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
Şöylelemesine maviydi kör oldum
Taşlara gelince hamam taşlarına
Taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi
Taşlarda yüzümün yarısını gördüm
Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü
Yüzümden ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç sabunluyken ağladınız mı?"








1 yorum: