Hakkımda

Fotoğrafım
Türkiye
Unutmamak adına bir AKIL DEFTERİ.

11 Ocak 2011 Salı

En Uzak Yer


"Hayatınızı değiştirmek istiyorsanız, sınırılarınızı nereye kadar zorlayabilirsiniz?" Eylül ayında okuduğum Amélie Nothomb'un 'Sınır Tanımayan Cesetler' romanı bu arka kapak cümlesi ile tanıtılıyordu. Nothomb kitabında işi ile evi arasında yaşayan, kapitalizmin çarkları arasında sıkışmış kahramanıızın herşeyi bırakarak yeni bir kimlikle yeni bir hayata başlama hikayesini de anlatıyordu. Daniel Kehlmann'ın 'En Uzak Yer'ini okurken de aynı minval üzere bir hikaye örgüsü olacağını zannettim. Konuları benzerlik gösterse de romanın felsefi altyapısı bambaşka bir hikaye sunuyor bize.

Daniel Kehlmann, Patrick Süskind'den sonra en fazla okunan Alman yazarı. Hatta Kehlmann'ın 'Dünyanın Ölçümü' isimli son kitabı Süskind'in 'Koku'sundan sonra en fazla satan roman durumundaymış. Genel olarak kitaplarında Latin Amerikalı yazarlara özgü 'büyülü gerçekçilik' akımının etkileri görülen Kehlmann'ın bu özelliği 'En Uzak Yer'de de karşımıza çıkıyor.

Bir kaçış öyküsünü anlatan 'En Uzak Yer' iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde kahramanımız Julian, bir iş gezisi için İtalya'dadır. Risk hesaplamaları üzerine vereceği konferan öncesi denize girer ve bir boğulma tehlikesi geçirir. Bu tehlikeden sonra artık bu yaşama devam etmediğini anlayan Julian, kendine bir boğulma süsü vererek ortadan kaybolur. Julian, bu kararını verirken kendi kendiyle bayağı kavga etmek zorundadır. Çünkü hayat dört koldan o kadar kendine bağlamıştır ki bizi, herşeyi bırakıp gitmeyi her gün düşünsek bile bunu yapacak cesareti bulmak zordur. Julian da bunu dile getirir; "Hayır imkansız bu. Gündüzleri ya da uykusuz gecelerde, gözüne uyku girene kadar insan bunun hayalini kurar, yinede yapamaz." Peki ama kaçmak her sorunun çözümü müdür? Ya da bu bir kurtuluş mudur? İşte bu soruların bazı cevapları kitabın ikinci bölümüde gizli.

Kitabın ikinici bölümü, rüya ile gerçeğin, geçmiş ile şimdinin iç içe geçtiği bir okuma sunuyor bize. İkinci bölümün başlarında Julian'ın ilk kaçış denemesine şahit oluyoruz. On bir yaşındadır ve evden kaçar. Üstelik kendi ifadesiyle bunun hiçbirşeyi değiştirmeyeceğini bilmektedir de. Sonra romanımız bugüne döner: Kaçtıktan sonra Julian evine dönmüştür. Evde kardeşi Paul'la karşılaşır. Paul bu kaçış hikayesini önemsemez. Daha sonra huzurevinde babasını ziyarete gider. Oysa babası altı yıl önce ölmüştür. Herşey içiçedir. Diğer taraftan hikayeye annesi girer, ilaç içerek intihar etmiştir ve bu da Julian'ı çok etkilemiştir.

Yukarda belirttiğim gibi özellikle kitabın ikinci kısmında iç içe geçmiş bir okuma var karşımızda. Bir kaçış hikayesinin yanında bir vazgeçebilme hikayesini de anlatır kitap bize.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder