Hakkımda

Fotoğrafım
Türkiye
Unutmamak adına bir AKIL DEFTERİ.

31 Aralık 2010 Cuma

2010 Değerlendirmesi II

2010 yılının bu son gününde geçen yılın muhasebesini yaparken özellikle dizi ağırlıklı izlediklerimi de değerlendirmeye karar verdim. Geçen yıl içinde 9 dizi izlemişim işte ana hatlarıyla izlenimlerim:








1- Carnivale: Carnivale'ı geçen hafta izlemeye başladım, kısa sürede ilk sezonu bitirdim. İkinci sezonun son üç bölümü kaldı bu nedenle dizi hakkında fikirlerimi daha sonra yazacağım. Ama şu ana için söyleyebileceğim tek şey izlediğim en iyi dizi olduğu ve HBO'nun bu diziyi bitirerek yazık ettiği.






2- Dexter: Dexter şu an için uzun soluklu olarak takip ettiğim bir - iki diziden biri. Özellikle geçen sezon farklı ve beklenmedik bir sonla final yaptıktan sonra bu sezon için beklentim fazlaydı. Yine sürükleyici bir sezonun ardından ilk üç sezon ki gibi ama biraz daha heyecanlı bir final yaptı. Herkes gibi benim de beklentim Debra'nın Dex'i yakalaması idi ama daha sonra düşününce bu büyük bir düğüm olurdu dizi için.







3- The Lost Room: Değişik ve ilginç bir hikayesiyle beni çabucak kendine bağlayan bir dizi oldu The Lost Room. Şunu söyleyebilirim ki Carnivale ile birlikte 2010 yılının en iyi dizilerinden biriydi. Değişik güçleri olan objeler ve objelerin peşinde iki grup. Bunların yanında bir otel odasında kaybolan kızını bu objeler aracılığıyla arayan bir dedektif. Bir diziyi yeterince gizemli ve izlenebilir kılacak bütün özellikler var.











4- The Philanthropist: Çok zengin bir adam düşünün, dünyanın en zenginlerinden. Bu adam bir gün başından geçen bir olayın da etkisiyle ve paranın da verdiği güçle insanlara yardım etmeye başlıyor: Nijerya, Fransa, Myanmar, Haiti... Her bir bölümü sinema tadındaydı. Çekimleri, senaryosu, oyunculukları. Tek eksiği 8. bölümden sonra kendisinden haber alınamaması. Sabırsızlıkla yeni bölümlerini bekliyorum.


5- Sherlock: İşte kısa bir  BBC dizisi (üç bölüm) daha. Sherlock Holmes karakteri günümüz koşullarına göre uyarlanmış bana göre de gayet başarılı olmuş. Hem Holmes'ü hem de Watson karakterini oynayanlar gayet iyi iş çıkarmışlar. Her bir bölümü sinema uzunluğunda, hızlı akıyor, bu nedenle birşey kaçırmamak için gayet dikkatli izlemek gerekiyor. Sherlock'un ukalalığı ve Sherlock'un çevresi tarafından ucube/uzaylı gibi görülmesi güzel anlatılmış. Moriarty ismi ve üzerindeki gizem perdesi son sahneye kadar başarıyla yansıtılıyor. Yeni sezonu 2011 yazında, sabırsızlıkla bekliyorum.





6- FlashForward: Konu olarak güzel başlamıştı. Hemen hemen her takipçisi gibi Lost'tan sonraki gizemli dizi boşluğunu bende bununla kapatmaya çalıştım. Konu o kadar ilginçti ki düşünün: Kısa bir süreliğine dünyadaki herkes bilinci yitirsin ve gelecekten anlık görüntüler görsün, daha sonra kehanet gibi bunu beklemeye başlasın. Ama bir süre sonra sırf yarım kalmasın diye izledim. Hiç bulaşmayın derim. Zaten ilk sezon sonunda yayından kaldırıldı.





7- The Event: Lost'un tahtına oynayan bir dizi daha. İzlemeye başlamama rağmen muhtemelen sonu Flashforward'dan farklı olmayacaktır. İlk bölümde sık sık yaptığı flashforwardlarla beni hem yorup hem de dikkatimi çekse de bir süre sonra The 4400'e benzemeye başladı. Şu anda arada, bakalım döndüğünde toparlanacak mı?







8- Spartacus - Blood and Sand: Uzun süredir tarihi dizilerden birini izlemek istiyordum. Rome'mı The Tudors'mu derken bu yıl kendimi Spartacus rüzgarına kaptırdım. Bir insanı ekran başına bağlayacak bütün numaraları sergilemişler. Ana hikaye ya da Roma entrikaları bir yana, çoğu kişinin diziyi izleme sebebi abartılmış şiddet (kan) ve cinsellik sahneleri. Görüntüler ve kan sahneleri çekim olarak 300 Spartans'ın yolundan gidiyor. Spartacus ve Roma'ya karşı özgürlük mücadelesini ilk sezonda izleyemedik. İkinci sezon da Capua'nın ilk zamanlarını anlatacakmış.









9- Paradox: İşte kendine hayran bırakan bir BBC dizisi daha. Konu olarak Fringe ve Flashforward'ı akla getirse de onlardan çok çok iyi. Bir kere sakız gibi uzatıp diziyi laçkalaştırmamışlar. Mis gibi 5 bölümde anlatacaklarını anlatmışlar. Bir fizik profesörünün bilgisayarına garip bir şekilde uzaydan gelen geleceğe dair görüntüler ve bunları önleme çabası. Klasik Amerikan dizilerini beklemeyin, zira bazı felaketleri önlemeyi başaramıyorlar. İzleyin pişman olmazsınız.







8 yorum:

  1. Sherlock'u izlemeyi çok isterdim, BBC bu işi biliyor valla:)

    YanıtlaSil
  2. ben üzüntülerimi belirterek paradox la ilgili görüşlerini paylaşamayacağım:) hayatımda izlediğim en kötü dizilerden biriydi.Allahtan 5 bölümde bitti de kurtuldum. Ne hayal gücü nede görsellik olarak fringe in yanına bile yaklaşamaz. mancesterın o sürekli kapalı ve yağmurlu havası içimi baydı valla:)
    Belkide sevmememdeki faktörlerden biride ingiliz yapımı olmasıdır.Bu adamların yaptığı mini diziler beni bayıltıyor:) müthiş bir lansman, reklam şahane konu özeti diziyi cazip kılıyor ama izlemeye başlıyınca ne olduğunu çözemeden dizi bitiyor. Avrupa sinemasına bayılırım ama ingilizlerle bu konuda hiç anlaşamıyoruz:) Hele o prisoner yokmu,Allahım ne kabustu.niye izliyosun ozaman diyceksin? bir bölüm izliyorsun reklamların gazıyla,bişey anlamıyosun sonra bi bölüm daha gene bişey yok hırs yapıyosun çözücem diye, aaa bi bakıyosun dizi bitmiş:) ee sonuç! ortada çözülücek bi konu kalmamış.her şey öle ortada bırakılmış. sonunu kendilerininde bilmediklerine kanaat getirdim en sonunda. biliyormuş gibi yapıyorlar ama bilmiyorlar:) amma çok çok yazdım bende:) gaza gelip kahrolsun birleşik krallık diye slogan atıcam birazdan:)))))) aa unutmadan istisna diziler var tabi. fantastik olanları mesela. merlini seviyorum mesela. ama o tarihi ve gerçek ve anlaşılır bir konsept olduğundan sanırım. dr who zaten bir klasik......

    YanıtlaSil
  3. Alkım; Fringe ilk sezon ve ikinci sewzon ortalarına kadar izlenirdi ama sıkıcı bir hale geldi benim için. Sanki bir süre sonra kendini tekrarlamaya başladı. The Prisoner için yorumlarına katılıyorum.

    YanıtlaSil
  4. Flashforward'ın hakkını yemene izin veremem!

    YanıtlaSil
  5. Flashforward'ı ben biittikten sonra izledim, belki de biteceğini bilmenin verdiği psikoloji bende önyargı oluşturmuş olabilir. İlk bölümlerinde benim için çok şey vaadiyordu ama sonra bilmiyorum...(Belki de Olivia Benford'a duyduğum hınçtır beni diziden soğutan)

    YanıtlaSil
  6. Hahaha! Olabilir..

    İlk bölümünden itibaren izlemiştim ben. Konusu akıllara zarar gelmişti. Sonra öğrendim işte biteceğini ve izlerken heyecansızlaşmaya başladı. Biliyordum çünkü "öylesine" bi son yapacaklarını. Ki haklıymışım.. Yine de severim. (:

    YanıtlaSil
  7. İsmim Doktor Michael Baldwin, Iowa Lutheran Hastanesi'nin bir temsilcisi, Organ cerrahisinde uzmandırız ve böbreklerin satın alınmasıyla ilgileniriz ve hastamız böbreğe bağış yapmaya karar veren herhangi bir donöre büyük miktarda para ödemeyi kabul etti. onları kurtarın ve Iowa City, ABD'de bulunuyoruz.
    Böbreğinizi satmakla ilgileniyorsanız, lütfen ilerlememiz için bize geri dönmekten çekinmeyin.
    Ve eğer ilgilenirseniz bizim e-postamız: iowalutheranhospital@gmail.com

    YanıtlaSil